AB, “Ne Mutlu Türküm Diyene” cümlesinin ırkçı olduğu iddiasıyla kaldırılmasını istemiş.
Bu cümle aslında kanun karşısında herkesin bir ve eşit olduğunu vurgular; Osmanlı döneminde halk, Müslüman ve Hıristiyanlar yani, azınlık diye ikiye ayrılıyordu, Türkiye Cumhuriyeti bu ikilemi reddetmiş ve herkesin Türk vatandaşı olduğunu kabul etmişti. Atatürk 10’ncu yıl nutkunda Ne Mutlu Türküm diye haykırdığında bu durumu dile getirmişti; zaman içinde olayları izleyelim.
Ben, Cumhuriyet’in ilk kuşaklarındanım. İlkokulu İzmir’de okudum. Bu yıllarda, henüz Osmanlı imparatorluğunun kalıntıları süregeliyordu.
1300’lerde bir İslâm devleti olarak kurulan bu imparatorlukta
Vatandaş kavramı yoktu, teb’a kavramı vardı; yani, herkes Sultan’a tâbi idi.
Bu da, - İslâm devleti gereği- İmparatorluk topraklarında yaşayanların
Müslüman olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılmasını gerektiriyordu. Müslüman olmayanlar AZINLIK statükosunda bulunuyorlardı.
İşte, Batılılar bu azınlığı oluşturan kişilerden
İmparatorluğu parçalamak,
Türkleri Anadolu’da etkisiz hâle getirmek ya da Orta Asya’ya sürmek için
faydalanma becerilerini geniş bir şekilde kullanmışlardı.
Azınlığa, Hıristiyan ve Musevî teb’aya,
İtalyan, Fransız, Belçika, İsviçre vb pasaportları vererek,
İmparatorluk içinde devlet kurmuşlardı. Yaşadığım bir örneği verebilirim: diplomasını aldığım bir okulda, Türkiye’de doğmuş ve fakat İtalyan pasaportuyla yaşamış ve 1960’larda emekli olunca İtalya’ya gitmiş ve orada ölmüş olan bir öğretmen vardı.
Bu tür kişiler, imparatorluğa karşı herhangi bir harekette bulunduklarında örneğin, eli silâhlı başkaldırmalar, düşmanla işbirliğine girişip katil suçları işleyenler, pasaportlarına sarılıp ilgili devletlerin himayesini elde ediyorlardı.
İmparatorluğun iç işlerine rahatça karışabilmek için bu tür olaylar, Batılılar için en geniş şekilde istifade edebilecekleri, sabırla bekledikleri birer fırsat idiler...
Ayrıca bu kişiler – genel olarak- koskoca bir İmparatorluğu küçük görmeyi de öğrenmişlerdi; kulağımla duydum, evimize gelen bir büyük ticarî kuruluşun müdürü babamla Fransızca konuşurdu. Türkçesi çok bozuktu, babam, neden Türkçe öğrenmiyorsunuz diye sorduğunda;
“Türkçe lüzumsuz bir dil, uluslararası hiç bir değeri yok niye öğreneyim”, diyebilmişti.
Büyük bir olasılıkla - tarihte ZÜMRAN adıyla- bir Ön-Ata şehri olan (Rus kaynakları)
İzmir, İmparatorluktan koparılmıştı, adı Gâvur İzmir olmuştu, sokaklarında Rumca, Giritlice, Fransızca biraz da İngilizce ve Almanca konuşulurdu… (ana tarafım İzmir’dendir).
Atatürk, İmparatorluğun bu zayıf ve hasta tarafını Cumhuriyet ve vatandaş kavramıyla yok etmişti; bugün herkes kanun karşısında eşittir.
Ülkemizde herkes Türk vatandaşıdır. Aynı toprakta doğup, bu toprağın nimetlerinden faydalanıp aynı toprakta ölüyoruz.
TBMM tüm vatandaşlara, Kürt, Çeçen, Lâz, Gürcü, Ermeni, Musevî, Katolik, Ortodoks (*) tümüne açıktır... Hepsi istedikleri işi tutabilir, istediği yerde çalışırlar.
Hepimiz, Türk bayrağı altında Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında eşitiz.
Atatürk 10’ncu yıl nutkunda “Az zamanda büyük işler başardık” dediğinde
vatandaşlar arasında her hangi bir ayırım yapmamıştır, düşünmemiştir, ülkemizi hep beraber kurduk biz, bir bütünüz demiştir.
Bu nedenle,
Birlik ve beraberliğimizi çok güzel ifade eden, bu vatan hepimizindir anlamına, NE MUTLU TÜRKÜM DİYE, dünyaya haykırmıştı.
Bu aynı zamanda, Batılılara, beni rahat bırak, bizde azınlık yoktur, artık ülkemden ELİNİ ÇEK demektir… Nedeni olduğun kan ve gözyaşı dinmelidir…
ABD, vatandaşına,
(Portoriko’lu, İrlanda’lı, Polonya’lı, Çinl’li vb…)
Okula başladığında, ona önce,
I AM AMERICAN demesini öğretir.
Hatırlayalım…
Bu cümle aslında kanun karşısında herkesin bir ve eşit olduğunu vurgular; Osmanlı döneminde halk, Müslüman ve Hıristiyanlar yani, azınlık diye ikiye ayrılıyordu, Türkiye Cumhuriyeti bu ikilemi reddetmiş ve herkesin Türk vatandaşı olduğunu kabul etmişti. Atatürk 10’ncu yıl nutkunda Ne Mutlu Türküm diye haykırdığında bu durumu dile getirmişti; zaman içinde olayları izleyelim.
Ben, Cumhuriyet’in ilk kuşaklarındanım. İlkokulu İzmir’de okudum. Bu yıllarda, henüz Osmanlı imparatorluğunun kalıntıları süregeliyordu.
1300’lerde bir İslâm devleti olarak kurulan bu imparatorlukta
Vatandaş kavramı yoktu, teb’a kavramı vardı; yani, herkes Sultan’a tâbi idi.
Bu da, - İslâm devleti gereği- İmparatorluk topraklarında yaşayanların
Müslüman olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılmasını gerektiriyordu. Müslüman olmayanlar AZINLIK statükosunda bulunuyorlardı.
İşte, Batılılar bu azınlığı oluşturan kişilerden
İmparatorluğu parçalamak,
Türkleri Anadolu’da etkisiz hâle getirmek ya da Orta Asya’ya sürmek için
faydalanma becerilerini geniş bir şekilde kullanmışlardı.
Azınlığa, Hıristiyan ve Musevî teb’aya,
İtalyan, Fransız, Belçika, İsviçre vb pasaportları vererek,
İmparatorluk içinde devlet kurmuşlardı. Yaşadığım bir örneği verebilirim: diplomasını aldığım bir okulda, Türkiye’de doğmuş ve fakat İtalyan pasaportuyla yaşamış ve 1960’larda emekli olunca İtalya’ya gitmiş ve orada ölmüş olan bir öğretmen vardı.
Bu tür kişiler, imparatorluğa karşı herhangi bir harekette bulunduklarında örneğin, eli silâhlı başkaldırmalar, düşmanla işbirliğine girişip katil suçları işleyenler, pasaportlarına sarılıp ilgili devletlerin himayesini elde ediyorlardı.
İmparatorluğun iç işlerine rahatça karışabilmek için bu tür olaylar, Batılılar için en geniş şekilde istifade edebilecekleri, sabırla bekledikleri birer fırsat idiler...
Ayrıca bu kişiler – genel olarak- koskoca bir İmparatorluğu küçük görmeyi de öğrenmişlerdi; kulağımla duydum, evimize gelen bir büyük ticarî kuruluşun müdürü babamla Fransızca konuşurdu. Türkçesi çok bozuktu, babam, neden Türkçe öğrenmiyorsunuz diye sorduğunda;
“Türkçe lüzumsuz bir dil, uluslararası hiç bir değeri yok niye öğreneyim”, diyebilmişti.
Büyük bir olasılıkla - tarihte ZÜMRAN adıyla- bir Ön-Ata şehri olan (Rus kaynakları)
İzmir, İmparatorluktan koparılmıştı, adı Gâvur İzmir olmuştu, sokaklarında Rumca, Giritlice, Fransızca biraz da İngilizce ve Almanca konuşulurdu… (ana tarafım İzmir’dendir).
Atatürk, İmparatorluğun bu zayıf ve hasta tarafını Cumhuriyet ve vatandaş kavramıyla yok etmişti; bugün herkes kanun karşısında eşittir.
Ülkemizde herkes Türk vatandaşıdır. Aynı toprakta doğup, bu toprağın nimetlerinden faydalanıp aynı toprakta ölüyoruz.
TBMM tüm vatandaşlara, Kürt, Çeçen, Lâz, Gürcü, Ermeni, Musevî, Katolik, Ortodoks (*) tümüne açıktır... Hepsi istedikleri işi tutabilir, istediği yerde çalışırlar.
Hepimiz, Türk bayrağı altında Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında eşitiz.
Atatürk 10’ncu yıl nutkunda “Az zamanda büyük işler başardık” dediğinde
vatandaşlar arasında her hangi bir ayırım yapmamıştır, düşünmemiştir, ülkemizi hep beraber kurduk biz, bir bütünüz demiştir.
Bu nedenle,
Birlik ve beraberliğimizi çok güzel ifade eden, bu vatan hepimizindir anlamına, NE MUTLU TÜRKÜM DİYE, dünyaya haykırmıştı.
Bu aynı zamanda, Batılılara, beni rahat bırak, bizde azınlık yoktur, artık ülkemden ELİNİ ÇEK demektir… Nedeni olduğun kan ve gözyaşı dinmelidir…
ABD, vatandaşına,
(Portoriko’lu, İrlanda’lı, Polonya’lı, Çinl’li vb…)
Okula başladığında, ona önce,
I AM AMERICAN demesini öğretir.
Hatırlayalım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder