MÜSLÜMANLAR NEDEN GERİ KALDI
İslam’ın ‘Uygarlığa Katkısı Oldu mu’ adlı makalede doğru bir tespitle Batı uygarlığına İslam uygarlığının büyük katkısı olduğuna dikkat çekerek “8-12. yüzyıl arasında altın çağını yaşayan İslam aydınlığını kimler, neden, nasıl söndürdü” noktasından devam edelim. Bu konunun en büyük uzmanı Prof. Fuat Sezgin, İslam Uygarlığındaki bilimsel araştırma ve buluşların 15 yüzyıla kadar devam ettiğini belirtir. Prof. Sezgin’e göre İslam dünyasında teknolojik buluşlar bireysel çalışmalarla ilim adamları 16. yüzyıla kadar bilimsel eserler vermiştir, fakat bunların yayılıp gelişmesinden Müslümanlar değil Batı’lılar faydalanmıştır.(1)
Aslında bu sorunun cevabı bir kitap olacak kadar geniş bir konuyu kapsar. İslam dünyası 12. Yüzyıldan itibaren 900 yıl bu sorunu İslam’da içtihat (yenilik) kapısı kapandı mı yoksa hala açık mı gibi sonu gelmeyen kısır bir tartışmaya odaklandı. Bu tartışma hala gündemdedir. Bu arada İslam ülkeleri geri kalmamıştır diyenlere kısa bir hatırlatma yapalım; İslam ülkeleri dünya nüfusun %25 sahipken dünya toplam üretiminin sadece % 7 civarını sağlıyor. 57 İslam ülkesinin toplam milli gelirine tek başına Almanya sahip. Durum bu kadar üzücü. Teknolojik, bilimsel buluşlar konusunda Müslüman ülkelerinin ilgisizliğine hiç girmeyelim.
GAZALİ’NİN GÖRÜŞLERİ
İslam’ın bilimsel gelişmesinin önünün kapatılmasının nedenleri arasında klasik bir bakış açısı vardır o da İmam Gazali’nin {1058-1111} muhafazakâr görüşlerinin ve eserlerinin felsefe ve aklı kullanarak bir İslam uygarlığı yaratan döneme imza atan bilimsel gelişmenin önüne set çektiğidir. Gazali1095 yılında İslam filozofları ile ilgili eleştirileri ihtiva eden filozofların tutarsızlığı (Tehafut el-Felasife) adlı kitabını yazdı. Gazalinin temel felsefesi iyi ve kötünün akıl yoluyla bilinebileceğini reddetmesiydi. Gazali " aklın yalnız şeriat ilminin öğrenilmesinde yardımcı olacağını" öne sürer(2) Filozoflar saray çevrelerinde saygınlık genel sohbetlerine rağmen felsefelerine hiçbir zaman halk kitlelerini sürüklemediler. Onlar geniş kitlelerin kolayca anlayıp kabul edeceği kolay formüle edilmiş doktrinler yaratmak ve bu yeni yorumları yeni bir mezhep şeklinde sunmak iddiasında da değillerdi. "Filozofların bir grup olarak etkileri azdı". (3) Bir süre sonra da diğer bir insanın derin düşünmesini araştırmacı ve soruşturmacı bir düşünce yapısı olmasını önlemek onu körü körüne inanmaya teşvik etmek için ‘Bahsin {konunun} derinliğine dalarak haddini aşanlar helak olmuştur.’(4) Hadisi ortaya atılmıştır.
Gazali’nin bu eserine karşı İslam filozofu İbn Rüşd’ün {1126-1198} aklı savunduğu ‘Tehafüt’e karşı Tehafüt’ adlı eseri fazla taraftar bulmamıştı.
Bu konuda Gazali’nin belli bir oranda etkisi olduğu inkar edilemez fakat bir kişinin İslam ülkelerinin gerilemesinde oldukça büyük rol oynadığını iddia etmek olayı çok basite indirgeyen oldukça kolaycı bir analizdir..
DEVLET DESPOTİZMİ
İslam devletinin başlangıçtan itibaren bütün kurumları devamlı savaş açarak yeni topraklar ve gelirler kazanma üzerine kurulmuştu ve savaş cihad adıyla kutsaldı ve devletin başlıca görevi cihaddı. Cihad başarısız olunca sistem işlemez hale geliyordu. Sistemdeki bozukluklar oldukça belirginleşmeye başladığında da çözüm olarak hep şeriat esas alınarak çözme politikası düşünülüyordu. 19 yy da Osmanlı imparatorluğunda devlet adamı tarihçi hukukçu Cevdet Paşa ( 1822- 1895) gibi kültürlü ve aydın diye bilinen bir kimse dahi devletin başlıca görevinin savaş (cihad) olduğuna inanmıştır;‘’Namık Kemal’’ (1840 - 1888) ya da benzerlerinin yaptığı gibi hepsinin ortak düşüncesi şeriatın özüne bağlı kalmak tek kurtuluş yolu olduğu idi. Şeriatı koruyan uygulayanda devlet olunca kutsal ve dokunulmaz oluyordu. Bu da devlet despotizmin sınırlarını dokunulmazlık eleştirilemezlik boyutlarına taşıyordu.
Başta Osmanlı olmak üzere İslam ülkeleri gelişme ve genişleme dönemlerinde topraklarına toprak kattı fakat ekonomik değere kalıcı bir değer katacak sistemi yaratamadı. Bunun nedenlerini de araştırıp soruşturamadı. Kurtuluşu tekrar şeriata geri dönmekte buldu.
İslam ülkelerinde geri kalmışlık kıstasının istatistiklere girmeyen fakat yüzyıllardan beri acı bir gerçek olarak hala hâkim olan kısmı İslam’da özgür düşüncenin gelişebileceği ortamın yaratılmamış olmasıdır. İslam ülkeleri, ülkelerinde oldukça az yetişen çağdaş aydınlarını susturmada çeşitli baskı ve yıldırma metodu ile yok etmede ülkeye katkı sağlamasını önlemede çok başarılıdırlar. Başarılı olamadıkları yerler kendi ülkelerinin sorunlarını doğru tespit edip ona göre plan proje oluşturma kapasitelerinden yoksun olmalarıdır.
Her ne kadar Ebu Hanife, toplum içindeki değişik görüş ve fikirlerin toplumu daha ileri götüreceği konusunda İhtilalaf”ul-Umme Rahme/İhtilafu Ümmeti Rahme {ümmetin-ümmetimin ihtilafı rahmettir}(5) Yani toplumun birbirleri arasında değişik fikirleri olmasının topluma fayda sağlayacağı hadisini örnek vermesine rağmen kimse bu tip hadisleri dikkate almamıştır. İslam’ın kendisinin eleştirilmesine ve temel İslami akideler dışında yorum yapılmasına fazla toleransı yoktur Bu konudaki örnekler hacimli bir kitap konusu teşkil edecek kadar çoktur. En meşhuru Hallacı Mansur olayıdır. İran’lı İslam âlimi, sufi Hallacı Mansur {858-922} sufilerin halka paylaşmayı uygun bulmadığı birçok görüşü halkın önünde ifade etmekten çekinmezdi. Bir gün tasavvuf, sufi felsefesini bilmeyen Müslümanlar tarafından yanlış yorumlara sebep olacak ben Hakkım, ben Tanrıyım anlamına gelen ‘Enel Hakk’ deyince, Abbasi yöneticileri tarafından mahkeme edildi uzun yıllar hapishanede tutuldu sonra işkence edilerek öldürüldü.(6)
MELAMİYE
1280 yılında Bağdat’ta ‘Üç dinin {tek tanrılı} İncelenmesi’ adlı bir kitap Yahudi asıllı filozof, doktor İbn-i Kammuna tarafından yazılır. Kitap Yahudi, Hıristiyan ve İslam dinlerini eleştirisel açıdan inceler. Tanrı’ya olan teslimiyet, boyun eğme, onun yolunda gitme gibi taleplerin yeni şeyler olmadığı, bunların eski dinlerde bolca bulunduğunu ileri sürmüştü. İslam’ seçenlerin çoğunun onu çok istediğinden ilkelerini çok beğendiğinden değil, İslam’ın kılıcından korkmaları, gayrimüslimlere yüklenen ekstra vergiler {cizye}, gayrimüslim olarak toplum içinde aşağı statüde biri olarak hor görülmemek gibi nedenlerden İslamı seçtiklerini ileri sürmüştü. 13. yy tarihçisi Fuvati {1244-1323} anlatımına göre, İbn Kammuna’nın kitabı Müslümanlar tarafından duyulur duyulmaz büyük tepki çekti, 1284 yılında bir kısım halkın ayaklanarak İbn Kamnuna’nın evini bastılar. Bağdat şehrin Emirinin araya girmesi bile bu azgın kalabalığı yatıştıramadı. Bu sefer kalabalık Emiri İbn Kamnuna gibi bir İslam düşmanını koruyor diye suçladılar. Ertesi günü şehri saran surların dibinde İbn Kamnuna’nın yakılması ile kızgın kalabalık dağıtılabilindi.
İslam’a daha derin felsefi bir yorumla yaklaşan Melami (Melamiye) taraftarlarının şeyhi Hamza Bali Osmanlı döneminde Bosna’da tutuklanıp muhakeme edilmek için İstanbul’a gönderilmişti. Sonuçta mahkeme Kanuni Sultan Süleyman döneminin şeyhülislam Ebusuud Efendi’nin fetvasına dayanarak Hamza Bali’yi 1561 yılında idama mahkûm etmişti.
İslam’a bazı eleştiri getiren görüşleri yansıtan kitapların İslam ülkelerinde yazılma şansı çok azdır. Böyle bir kitap yazılsa bile İslam dünyasında basılma, dağıtılma olanağı hemen hemen çok kısıtlıdır. Ali Abd el-Razik, Mısır Kahire’de meşhur İslam üniversitesi ‘El-Ezher’ de şeyh {prof.} statüsünde yüksek seviyede bir İslam alimi idi. 1925 yılında ‘İslam ve Hükümetin Prensipleri’ adlı bir kitap yayınladı. Kitabında İslam’ın aslında din ile politikanın ayrı olmasını talep ettiğini ileri sürmüş, bunun üzerine öbür İslam alimlerinin tepkisini çekmiş dine, Allaha karşı saygısızlık ettiğine karar kılınarak, üniversiteden atılmış ve herhangi bir dini görevde bulunması yasaklanmıştı.
Hem Irak’da hem İran’da uzun yıllar din eğitimi almasına rağmen, din adamlığı mesleğine devam etmeyen gazete çıkartan ve defalarca İran Parlamento{meclis} üyeliği de yapan İranlı liberal düşünür Ali Daşti {Dashti} {1896-1982} İran’da kadın hakları savunuculuğunu yapıyor onların eğitilmesi onlara daha çok hürriyet verilmesini savunuyordu. Yazdığı romanlarında da bu konuyu işliyordu. 1937 yılında İran’da Şah döneminde İslam’ı klasik açıdan değil rasyonel bakış açısıyla bakıp incelemiş. Hz Muhammed’in de insan olduğunu hatalar yaptığını(7), zaman zaman sinirlerine hakim olamadığı gibi insani vasıfları ile ele alıp ‘Yirmiüç Sene’ {Bist o Seh Sal} (8) adlı bir kitap yazmış fakat Şah döneminde İslam’a karşı en ufak bir eleştiri getiren eserler yasak olduğundan kitap Beyrut’ta muhtemelen 1970’li yıllarda üzerinde tarih ve basım adresi olmadan el altından basılmış, Kitap beşyüzbine yakın satmıştı. Ali Daşti İran devriminden {1979}hemen sonra din düşmanı diye tutuklanmış 85 yaşında olmasına rağmen hapishanede işkence görmüş, bu işkence sırasında ayağı kırılmıştı. Yaşlı vücudu hapishane hayatına ve işkencelere fazla dayanamadı, Fazla yaşamayacağı anlaşılınca ölümünden kısa süre önce serbest bırakılmıştı. 1982 yılında vefatından hemen önce bir dostuna eğer benim yazdığım gibi kitaplar Şah döneminde İran’da yasak olmasaydı İran’da İslam devrimi olmazdı demişti.
TAHA HÜSEYİN’E YAPILANLAR
Diğer El-Ezher mezunu edebiyatçı Taha Hüseyin’de İslama eleştirisel bakış açısı yüzünden resmi memurluk görevinden atılmıştı.(9) 1988 yılında edebiyat dalında Nobel ödülünü alan Mısır Kahire doğumlu Necip Mahfuz {1911-2006 }İslam dinine açık eleştiri getirmemesine rağmen, hoşgörü yanlısı olduğu için Mısır’da tutucu dini kesimlerle arası iyi değildi 1994 bir suikast girişiminden birkaç bıçak darbesi ile kurtulmuştu. Uzun yıllar evinde saklanarak devlet koruması eşliğinde hayatını sürdürmeye çalıştı.
Mısır’da din ile devlet işlerinin tamamen ayrı olmasını savunan, Mısır’daki tutucu din adamları ve kesimi açıkça eleştiren Mısırlı aydın Dr. Farak Foda (Faraq Foda) Haziran 1992’de öldürüldü. Mısır’da bugün bu şartlar altında diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi demokratik, laik aydınların fikirlerini hür bir şekilde söyleyip yazıya dökme olanakları çok kısıtlıdır.
Sudanlı din bilgini Mahmud Muhammed Taha Sudan’daki farklı dinler için ortak bir zemin oluşturma için bir girişim başlattı. Ayrıca Kur’anda savaşa teşvik etmeyen, hırsızın elinin kesilmesinin, kadının örtünmesinin olmadığı daha uzlaşmacı daha evrensel yaklaşımın sergilendiği Mekke sureleri ile erken dönem Medine surelerine bir öncelik ve daha çok önem vererek İslamı yorumladı. Mekke ile Medine surelerinin bariz ayrılıklarına dikkat çekti. Bunun üzerine Sudan otoriteleri dinden dönme, {mürted} din değiştirme {irtidat} davası açarak din adamı Mahmud Muhammed Taha’yı tutukladı. Ocak 1985’de asılarak idam edildi.
Mısır’da Kahire Üniversitesi’nde Kuran araştırmaları bölümünde öğretim görevlisi olan Dr. Nasır Ebu Zeyd, Kuran konusunda 1990 yılında yazdığı kitabında Kuran’a radikal yorumlar getiriyor diye Mısır’da büyük bir tepkiyle karşılaştı. Halkın çeşitli kesimlerinden gelen baskıların yanında birçok fanatik Müslüman’dan ölüm tehditleri alması yaşamını tehdit eder hale getirdi. 1995 yılında Mısır Yüksek Mahkemesi tarafından dinden dönmüş, kafir ilan edildi. Mahkeme hanımından boşanmasını istedi. Çünkü Şeriat hukuku gereği kafir kabul edilen bir kimse Müslüman bir kadınla evli kalamazdı. Canını kurtarmak için en sonunda Hollanda’ya kaçmak zorunda kaldı.(10)
İslam ülkeleri içinde laik, demokratik ve en toleranslı olan Türkiye’de suikasta kurban giden hapislerde hayatı karartılan gerçek aydınların sayısı oldukça kabarıktır. Dini fanatizm 20 yüzyılın sonunda bile aydınları diri diri yakacak kadar çağın gerisindedir. Bu konuda daha geniş bilgi için Bilim ve Gelecek dergisinin Ekim 2010 sayısındaki ‘Ölü Aydınlar Ülkesi’ makalesine bakabilirsiniz.
İslam ülkeleri nadirde olsa ülkede yetişen değerlerin kıymetini bilmede pek başarılı olmadığı gibi onları yok etmede sindirmede oldukça başarılı olmuştur.
KENDİNİ ALDATMA
Son yıllarda müspet bilimsel araştırmaya yönelme ve destekleme yerine Kuran’da bilimsel şifreler aramaya, Kuran’ın bir bilim kitabı olduğunu ispat etme yarışına girerek bilimsel hurafeciliğe başvurulmaktadır. Bu yüzyıllardır devam eden kendi kendini aldatmanın yeni bir sürümüdür. Mısır’lı İslam alimlerinden, Seyyid Kutup{1906-1967} Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasına kısaca laik bir devlet düzenine karşı olmasına rağmen Kuran’ın bir bilim kitabı olduğuna karşı çıkıyor; ‘Din alimlerinin bilimsel konulara Kur’an ile cevap vermesini beklemek yanlıştır. Kur’an-ı Kerim bir astronomi, bir kimya, ya da bir tıp kitabı değildir.’ (11) diyerek yıllar evvel bu konuya gereken açıklığı getirmişti.
Ayrıca ‘İlim Çin’de de olsa git onu ara bul’ hadisindeki ilim bizim bugün anladığımız ilim değil İslam dini anlamındadır.(12) Ayrıca bu hadis sahih {geçerli} hadislerden de değildir. Bu hadis, hadis ve tefsir bilimcilerinden olan, İbn Hibban {ölm. 965} İbnu’l Cevz i{116-1220} el-Mevduat’ta, İmam eş-Şevkani’ye {1173-1250} göre uydurma hadislerdendir(13) Uydurma olmasa bile buradaki ilmin aranmasındaki maksat tamamen dini arama ile ilgilidir.
İslâm geleneksel eşitlikçi, mütevazi yaşamın yardımlaşmanın, erdem olduğu bir çağın ürünüdür. Faiz yasağıyla, kadercilik anlayışıyla, imanı bilimin önünde tutmasıyla daha çok kazanıp, daha çok tüketen kapitalizm ile çelişir. Bu paranın, egoizmin esiri olmuş acımasız oyunun içinde fazla olmak istemez. Müslümanlar kapitalizmin oluşumundan küresel sermayeye geçilip küresel bir sisteme dönüşüm süreci içinde dünya ekonomisinde etkin bir rol oynayamadı. Hep küresel ekonomik ve siyasi sitemin işleyiş mekanizmasına yabancı oldular. Olayları tam olarak algılayıp değerlendirmekte zorluk çektiler. Batılı küresel sermaye sahibi aktörler tarafından yönlendirilen sistemde yalnız pasif seyirciler olarak üretici olarak değil tüketici olarak katıldılar ve acımasızca madden ve manen hem içeriden hem dışarıdan sömürüldüler. Bunu açıkça dile getirenler bir şekilde susturuldu.
İslam ülkelerinde gerçek aydınlar devletin despotik, otoriter mekanizması ile doğruluğu yanılmazlığı tartışılamayan dogmatizmin baskısı arasında sıkışıp kaldılar ve pasifize edildiler. Bundan dolayı İslam dünyası hala büyük bir vaktini, çağın çok gerisinde kalmış konuları tartışmakla geçirmektedir. Kadınların, erkek şovenizmi aşırı dini tutuculuğun baskısından kurtulamadığı ve eğitimleri, toplumsal kalkınmaya katılımlarının engellendiği, bilimin, rasyonel toplumsal düşünce tarzına hakim olmadığı ve dinsel fanatizmin korkusuyla öz eleştirinin yapılamadığı, bir ortamda ileri gitmek mucizelere bağlıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder