Tengriciliğin Yaşayan Bir Yansıması:
Kafatası Kültü 3
Hayatın kaynağı olan beynin, kafatasında yer alması, dolayısıyla kafatasının hayatın koruyucusu gibi bir görevinin olması ilkel insanın zihninde, olağanüstü bir duruma yükselmiştir. Bu durum, kafataslarının, ruhların merkezi olarak algılanmasına yol açmıştır. İlk zamanlar insan kafatası ile başlayan kült, zamanla hayvanların evcilleştirilmesi ya da kullanılmaya başlanması ile köpek, sığır, koyun ve son olarak at kafatası ile devam etmiş ve günümüze kadar gelmiştir.
Bu kültün dünyanın çeşitli toplumlarında olduğu bilinmektedir. Çanak çömlek öncesi Neolitik dönemde Anadolu’da Çayönü, Çatalhöyük, Köşk Höyük ve Harran kültürlerinde; Ürdün’de Erîha ve Ayn Gazal kültürlerinde, kafatası kültüne rastlanmıştır. Özellikle Niğde’de yer alan Köşk Höyük’de, arkeologlarca “kafatası binası” olarak adlandırılan bir binada 70 civârında kafatasının bulunması, oldukça önemli bir olaydır. Tibet Budizmi olan Lama tapınaklarında da bir kafatası kültü vardır. Bu tapınaklarda kafataslarının, bakır ya da gümüşle kaplanmış olması dikkat çekmektedir. Ayrıca eski Harran kültüründe de kafatası tapınmasına rastlanmıştır. Bunun dışında Hindoloji uzmanlarından Prof. Dr. Walter Ruben, “Hind’de Köy ve Şehir” adlı makâlesinde Hindistan’daki bazı ilkel kabilelerin kafatası kültüne sahip olduklarını, bazılarının da kafatası avcılığına önem verdiklerini belirtmektedir. Ayrıca İtalya’da Monte Circeo’da bir kafatası meydanı ortaya çıkarılmıştır.
Görüldüğü gibi dünyanın birçok bölgesinde bu kült, etkili olmuştur. Özellikle neolitik dönemden itibâren birçok uygarlığın, bu kültü benimsemiş olduğu görülmektedir. Dünyada birçok uygarlığın benimsemiş olduğu kafatası kültüne karşı, acaba Türkler nasıl yaklaşmış olabilir?
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, günümüzde çok azalsa da, kafatası kültü, Türklerin arasında hâlâ yaşayan bir külttür. Anadolu ve diğer Türk coğrafyasındaki birçok inanış ve gelenek, bunu açıkça göstermektedir. Türklerdeki Tengrici inanışın bir göstergesi olarak ortaya çıkan kafatası kültü, gerek kötülüklerden korunma, gerekse düşmanının gücüne sahip olma ve gerekse de düşmanının ruhunu ele geçirme gibi nedenlerden dolayı yaşanmıştır.
Tarihî kaynaklar, bizlere Türklerde öldürülen düşman liderinin kafatası ile içki içildiğini göstermektedir. Hun yabgusu Motun’un (Mao-tuen) MÖ 201–202 yıllarında savaştığı Yutçelerin (Yüe-çi) şefinin kafatasından bir kupa yaptırdığı bilinmektedir. Ebu’l Gazi Bahadır Han, Şecere-i Türkî adlı ünlü eserinde Kereyitlerin şefi Ong-Han’ı (Toğrıl) öldüren Tayang Han’ın, Ong-Han’ın kafatasını gümüş içine yerleştirdiğini ve daha sonra birtakım olağanüstülüklerin yaşandığını, bunun üzerine Nayman büyüklerinin olayı hayra yormadıklarını anlatmaktadır. Ayrıca Sakaların kadın hükümdârlarından Tomris’in Pers imparatoru Kirus’u öldürmesi ve kafatasından yaptığı kadeh, antik Yunan’ın ünlü tarihçisi Herodotos tarafından uzun uzun anlatılmıştır. Bunların dışında çeşitli Türk boyları ile Sibirya toplulukları ve Tunguz boylarının da ele geçirdikleri kafataslarını korudukları ve taptıkları bilinmektedir.
İnsan kafatasının bu şekilde kullanılması bize gösteriyor ki, Türkler için kafa, düşman ya da aile tarafından saklanıp varlığını sürdürür. Ona tapılır ve uzun süre korunur. Ele geçirilen kafatasların uzun süre, hatta yüzyıllarca korunduğu tarihî belgelerde yer almaktadır.
Ancak asıl ilginç nokta ise yakın zamana kadar benzer inanışların sürmesidir. Meselâ Erzurum’da yakın zamana kadar yağmur yağdırmak için mezar dışında ve açıkta bulunan insan kemikleri toplanarak suya atılırdı. İnsanlar, kuraklığın açıkta bulunan kemikler yüzünden olduğuna inanılmaktadır. Binboğa Dağları çevresinde Müslüman olmayan birinin kafatası bulunarak, yağmur yağdırsın diye suya atılırdı.
Türklerde insan kafatasının yanında hayvan, özellikle at ve sığır kafataslarının da önemli olduğu görülmektedir. Fotoğrafçı arkadaşım Yılmaz KAYA’nın Çanakkale’nin Kızılkeçili köyünde çektiği fotoğraflar, bu durumu açıkça belgelemektedir.
Ayrıca Çuvaş Türklerinde, Tanrı, çiftçiye bol ürün verdi ise şükür amaçlı olarak tarlada, korkuluk üzerine at kafatası asılır. Yine Çuvaşlarda bu sefer, büyü ve kötü ruhlardan korunmak amacıyla tarlaya, bahçeye ya da kapıya at kafatası asılır.
Sovyet araştırmacı G. V. Ksenofontov, 1920’li yıllarda yaptığı araştırmalardan birinde Matrena isimli bir Tunguz şamanı ile görüşmüştür. Şaman, şamanın etkisini arttırmak için çadırın dışına tepesine bir at kafatası geçirilmiş bir kazık dikilmesi gerektiğini anlatmıştır.
Kazak, Kırgız ve Başkurtlarda, kötü ruhlara ve büyüye karşı tılsım olarak at kafatası kullandıkları bilinmektedir. Başkurtlar, ayrıca arı kovanlarının etrafına da, arı sokmasına karşı at kafatası yerleştirmiş, kazıklar dikmişlerdir. Kuzey Kafkasya bölgesi Türkleri de, tarım ürünlerini korumak için tarlalarına at kafatası yerleştirilmiş kazıklar dikmektedirler.
Anadolu’da da birçok yerde aynı gelenek sürmektedir. Meselâ Samsun’un Alaçam ilçesinin Akbulut köyünde nazara karşı sığır kafatası dikilmektedir. Mersin’in Çapar köyü ile Arslan köyünde de, bir hoca (büyücü) at kafatasına duâlar yazar ve kafatasını dereye bırakır ya da herhangi bir suya koyar. Yağmur yağdırma amaçlı olan bu eylemin yağmurun başlamasından sonra bitirilmesi gerekir. Aksi halde köylülere göre yağmur kesilmez ve sel meydana gelir.
Sivas’ta fazla mahsul veren bir tarlayı nazardan korumak için at kafatası gömülür. Kars’ın Selim ilçesi Darboğaz köyünde de evlere nazar değmesin diye kapıya at nalı çakılır. Evin girişine koç, köpek veya at kafatası asılır. Ayrıca Mersin, Hatay ve Diyarbakır’da mahsulleri nazardan korumak için bağ-bahçe ya da tarlanın içine bir sırık üzerinde at, eşek, koyun, inek, köpek gibi hayvanlardan birinin kafatası dikilir. Elazığ’da ekinler için bir hayvan kafatası ya da bunun yerine insan kılığındaki bir korkuluğun kullanıldığı görülür. Osmaniye’de ise tarlanın içinde kafatasıyla beraber bir de dikenli çalı asılır.
Ayrıca yağmur yağdırmak için Erzurum’da köpek kafasına duâ yazılır ve suya atılır. Denizli’nin Acıpayam ilçesinde çayırdaki değirmen suyunun çıktığı yere at kafatası gömülür. Erzurum’un Pasinler ilçesinde at kafatasına duâ yazılıp suya atılır. Isparta’nın Uluborlu ilçesinde bir at kafatası bulunur. Güzelce yıkanır. Alın kemiği üzerine bir âyet yazılır. Bu kafatasını, saflığı ile tanınmış bir şahıs, ayak değmemiş bir akarsuya atar. Ankara’da at kafatasına, yağmur duâsından sonra, duâ yazılır. Kastamonu da ise at yerine koyun kafatası suya atılır.
Kafatası kültü, doğrudan Türklerde yer-sublarla ilgilidir. Birçok noktada onların ongunu durumda bile olabilmektedirler. Tengrici Türkler, yer-su olarak adlandırdıkları ruhların, her yerde olduğuna inanırlardı. Her dağın, suyun, ovanın, derenin, otun, çayırın, hayvanın, taşın, çadırın ruhu vardı. Yer-sub ruhları, yerin ve suların ruhlarıydılar. Bu yüzden de, nereden geçerse geçsin, insanoğlu, dikkatli olmak zorundaydı. Meselâ yüksek bir dağın yakınından geçen bir Türk atlısı, atından iner ve iki dizini yere vurarak, dağa doğru duâ ederdi. Bu duâ, hem dağın ruhuna, hem dağdaki taşların, ağaçların, hayvanların ve suların ruhlarına, hem de dağın tepesinde bulunan ataların ruhlarına yapılmış olurdu.
Yer-subların bazıları iyi, bazıları da kötü karakterliydi. Bunların içinde Albız, kötülüğün temsilcisiydi. Yer altı tanrısı ve Tengri’nin oğlu olan Erlik Han’a hizmet ederdi. Birçok kaynakta, şeytan olarak gösterilmiştir. Özellikle loğusa dönemindeki kadınlara, çocuklara ve atlara musallat olduğuna inanılırdı. Bunun kötülüklerini engellemek için kurbanlar kesilir, loğusa şerbeti dağıtılır, bazı yerlerde de kadının başına süpürge konurdu. Albız inancı, albastı, alkarısı gibi isimlerle hâlâ yaşamaktadır. Ayrıca Tengrici dönemin iyi ruhlarından olan ve Ay’ı yöneten Ay Dede’de hâlâ yaşamakta olan bir inançtır. Ben çocukluğumda Ay için Ay Dede denildiğini çok iyi hatırlarım.
Her ne kadar inanç sistemi değişmiş olsa da, özellikle ruhlarla ilgili düşüncelerde fazla bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Bunda İslâmiyet’in ruhlar konusuna fazla girmemesi de şüphesiz etkili olmuştur. Bu da insanların, ruh inançlarını ve birçok hastalığın, sıkıntının kaynağını, ruhlara bağlamaya devam etmelerine neden olmuştur.
- Sonuç -
İnsanlar ve toplumlar, tarih boyunca çeşitli dinleri benimsemişlerdir. Zaman zaman kişisel, zaman zaman da toplu olarak din değiştirmeler yaşanmıştır. Ancak insanların, eski inançlarını tamamen silip, hiçbir iz bırakmaksızın, yeni dinlerine geçtikleri olmamıştır. Bu bütün dünya için böyledir.
Bugün Sibirya, Altaylar ve Moğolistan’daki az sayıda Tengrici Türk’ün dışında kalan Türkler, Tengriciliği bırakmış, çeşitli dinleri benimsemişlerdir. Gagauzlar, Çuvaşlar ile bir kısım Yakut, Hıristiyan; Karaimler, Musevî; Tuvalar ve Sarı Uygurlar, Budist; geri kalan Türkler ise Müslüman’dır. Ancak dinleri ne olursa olsun, bütün bu Türk topluluklarının içerisinde Tengricilik yaşamaktadır. Adı olmasa da, ismi anılmasa da, fiilen, üstelik oldukça canlı bir biçimde yaşamaktadır.
Araştırmama ve yazıma ilham veren kafatası kültünün dışında yemek, düğün, cenaze, oyun ve birçok geleneğin içinde Tengricilik yaşamaktadır. İnsanlar bugün hâlâ dilek ağaçlarına çaput bağlıyorsa, evlerine nazar boncuğu asıyorsa, kötü ruhlar ya da cinler giremesin diye evlere eşik yapıyorsa, loğusa kadınlar için albız ya da albastıya karşı loğusa şerbeti dağıtıyorsa ya da başına süpürge koyuyorsa, çocuklar hâlâ dokuztaş oynuyorsa, ölen birinin ardından, rûhu için helva, lokma gibi tatlılar dağıtılıyorsa, uykuda çöken ağırlık, albız ya da albastıya yoruluyorsa, ayrıca bunların dışında sayısız gelenek devâm ediyorsa, orada Tengricilik yaşıyordur.
Yaşayan Tengricilik, binlerce yılın kültürüdür. Bugün bazıları, bu kültürü yok etmek istese de başaramayacaktır. Zira binlerce yıllık kültür yok olmaz. İnsanlar istedikleri kadar hurafe ya da bâtıl inanç desinler, bu sözlerin hiçbir geçerliliği yoktur. Bu inançlar, İslâm, Hıristiyanlık, Musevîlik ya da Budizm açısından bâtıl olarak görülebilir. Ancak olaya din gözlüğü bakmayanlar için bunlar hurafe değil, Türklüğün gizli damarlarındaki, keşfedilmeyi bekleyen hazinesidir.
Keşke bu makâlenin yazarının da adını yazma nezâketinde bulunabilseydiniz...
YanıtlaSilKUTLU ALTAY KOCAOVA